Normal sosyal ilişkiler sırasında, yakın temasa gerek olmadan, karşısındaki kişi veya kişiler bireyin nefesinde kötü bir koku saptıyorsa ve bu koku devamlılık gösteriyorsa mevcut durum “kötü nefes kokusu” olarak adlandırılır. Eğer bu kokunun nedeni ağız içindeki bir hastalık ise bu kötü kokuya “ağız kokusu” adı verilir.
Soğan, sarımsak gibi besinlerin alımı veya sigara kullanımı sonucu meydana gelen geçici ve herhangi bir hastalığa bağlı olmayan kokuları ağız kokusu olarak değerlendirmek doğru olmaz.
Sabah uyanıldığında hissedilen ağız kokusu da aynı şekilde ele alınmalıdır. Sabah ağız kokusu, gece boyunca tükrük akışının azalmış olmasındandır. Kahvaltıdan sonra ve/veya ağız bakımı işlemleri yapılınca ortadan kalkar. Bir hastalık değildir.
Ağız kokusunun kaynağı esas olarak uçucu (volatil) sülfür bileşikleridir. Bunlar da çoğunlukla, hidrojen sülfür (H2S), metil merkaptan (CH3SH) ve dimetil sülfür ((CH3)2S) dür. Bu bileşikler tükrükte, besin artıkları ve bakteri plağında bulunan peptitlerin oral mikroorganizmalar tarafından proteolitik degredasyonu sonucu oluşurlar. Özellikle gram negatif anaerobik bakteriler bu proteolitik aktiviteye sahiptir.
Ağız kokusunun nedenleri:
- Derin diş çürükleri bol miktarda bakteri barındırırlar.
- Dişler arasına besinlerin sıkışıp kalması ve burada kokuşması.
- Akrilik protezler (geceleri çıkarılmıyorlarsa veya düzenli temizlenmiyorlarsa). Bu protezlerin mukozaya bakan yüzeyleri pürüzlüdür ve birikintilere açıktır.
- Sabit protezler, temizlenmiyor veya temizlenmesi mümkün değise dişeti iltihabına ve ağız kokusuna neden olurlar.
- Dişeti iltihapları, dişeti iltihaplarına neden olan bakteriler çoğunlukla gram negatif tirler ve uçucu sülfür bileşikleri üretirler.
- Yirmi yaş dişleri tam olarak sürmemişlerse üzerlerindeki dişetinin iltihaplanması (perikoronit) da ağız kokusuna neden olabilir.
- Ağız kuruluğu olan bireylerde dişler, protezler ve dil sırtında fazla miktarlarda bakteri birikimi olur.
- Dil sırtı çok düzensiz, girintili çıkıntılı bir yüzeye sahiptir. Dolayısıyla baktriyel birikintilere açıktır.
Ağız kokusunun tedavisi etkenin ortadan kaldırılması şeklindedir. Kokuya neden olan faktörler ortadan kaldırılarak sorun çözülür.
Ağız kokusunun Başka Hastalıklarımız Olabilir mi?
Ağız kokusu önemli bir sosyal problemdir. Aslında ağız kokusu ile nefes kokusunu ayırmak gerekir. Ağız kokusu ağız içindeki herhangi bir durum veya hastalığa bağlıdır. Nefes kokusu ise genel bir kavramdır ve ağız kokusu ile birlikte vücudun başka bölgelerindeki hastalıklar sonucu oluşan kötü kokuların tümünü içerir. Öncelikle, nefes kokularının büyük bir çoğunluğunun (%90’dan fazlası) ağız kokusu yani ağız kaynaklı kokular olduğunu vurgulamak gerekir.
Ağız kaynaklı olmayan, hastalık ve durumlara bağlı nefes kokularını şu şekilde sıralayabiliriz:
- Kulak-burun-boğaz hastalıkları: Akut farenjit, purulent sinüzit, postnazal akıntı ki kronik sinüzitle birlikte olabilir en sık karşılaşılanlarıdır.
- Solunum sistemi hastalıkları: Kronik bronşit, broşiektazi ve bronşial karsinoma.
- Sindirim sistemi hastalıkları: Sanılanın tersine sindirim sistemi kaynaklı nefes kokuları oldukça seyrektir. Tüm nefes kokusu vakalarının %1’inden azdır. Sindirim sistemi hastalıklarından, Zenker Divertikülü (Özafagus hernisi veya fıtığı) besin birikimine ve orada kokuşmalarına neden olur. Mide Fıtığı, mide gazları ve/veya mide içeriğinin yukarı kaçmasına neden olabilir. Reflü Özofajitisi (yemek borusu iltihabı) da kötü nefes kokusuna neden olur.
- Karaciğer: Siroza bağlı karaciğer yetmezliğinde kanda amonyum birikir ve nefes kokusuna yansır.
- Böbrek: Genel olarak kronik glomerulonefritlerin neden olduğu böbrek yetmezlikleri kanda ürik asit düzeyinin artmasına neden olur. Bu da nefesin amonyak kokusuna benzer şekilde kokmasına neden olur.
- Sistemik metabolik hastalıklar: Tip 1 (insulin bağlı) diyabet glikoz eksikliği yağ ve proteinlerin yıkımına neden olarak asetoasetat ve hidroksibutirat gibi keton cisimlerinin oluşmasına neden olur. Nefeste asetona benzer bir koku hissedilir. Tip 2 (insulin bağlı olmayan) diyabetler sıklıkla yıllarca farkedilmeden kalabilir ve bireyler nefeslerindeki bu koku nedeniyle hekime başvurlar.
- Hormonal Nedenler: Menstruel döngülerde progesterone hormon sevitesindeki artış bazı kadınların nefeslerinde tipik bir kokuya neden olabilir. Ovulasyon zamanlarında nefesteki volatil sülfür bileşiklerinin 2-4 kat arttığı saptanmıştır ki volatil sülfür bileşikleri ağız kokusuna neden olan en önemli bileşiklerdendir.
- İlaçlar: Bazı ilaçlar örneğin metronidazol kötü ağız kokusuna neden olabilir.
Ağız sağlığının en temel problemi olan diş çürükleri ve dişeti hastalıklarından korunmanın yolu iyi bir ağız bakımıdır.
Fırçalarken tüm dişlerin tüm yüzeylerini temizlemeye gayret etmeliyiz. Çoğumuz dişlerin yalnızca görünen yerlerini 10-15 saniye fırçalayarak dişlerimizi temizlediğimizi sanıyoruz. Ancak, tüm dişlerin tüm yüzeyleri temizlenebilmelidir. Temizlenemeyen bölgelerde hastalık oluşması kaçınılmazdır. Tam bir diş temizliği ortalama üç dakikalık bir zaman alır. Fırçalarken saate bakmak, üç dakika tutmak yararlı olur. Fırçalamada dikkat edilmesi gereken bazı noktalar var. Zira hatalı fırçalama diş ve dişetlerine zarar verebilir.
Diş hekiminizin farklı bir önerisi yoksa, yumuşak, naylon kıllı fırçalar kullanılmalıdır. Bunlar doğru şekilde kullanıldıklarında, makul bir zaman dilimi içinde etkili bir temizlik sağlarlar. Yumuşak fırçaların dişeti ve dişlere zarar verme olasılıkları da azdır. Ancak hekiminiz orta sertlikte diş fırçası da önerebilir. Bilinçli kullanıldığında bunlar da herhangi bir zarara veden olmazlar.
Fırçalarken diş ve dişetlerine aşırı baskı uygulanmamalıdır. Aksi halde dişlerde aşınmalar, dişetlerinde çekilmeler meydana gelir.
Diş macunları temizliği kolaylaştırmak için bir takım aşındırıcı partiküller (silikon oksit, alüminyum oksit gibi) içerir. Dolayısıyla fazla miktarlarda kullanılmamalı. Fazla diş macunu kullanımı da dişleri aşındırabilir. Bir mercimek hacmindeki macunun fırça yüzeyine yayılması yeterli olmaktadır.
Diş fırçaları periyodik olarak değiştirilmelidir. Değiştirme süreleri genel olarak üç ayda bir olarak ifade edilir. Ancak, diş fırçasındaki aşınma süresi fırça kıllarının yapısı, kullanım şekli, sıklığı ve süresi gibi birçok faktöre bağlıdır. Diş fırçasının kıl demetlerinin düzeni bozulmuş, birbirinden ayırt edilemiyorsa fırçayı eskimiş kabul etmek gerekir.
Diş ipi kullanımı da önemlidir. Erişkinlerin akşamları yatmadan önce fırçalamadan sonra dişlerin birbirlerine değen yüzeylerini diş ipiyle temizlemelerinde büyük yarar vardır.
Diş ipleri multiflament naylon ipliklerdir. Örgülü örgüsüz, mumlu mumsuz, ince kalın gibi çeşitleri vardır. Monoflament olanları bile vardır. Klinik araştırmalar, bu farklılıkların önemli olmadığını, uygun şekilde kullanıldıklarında, hepsinin bakteri plağını temizleyebildiklerini göstermiştir. Dişler arasındaki temasın sıkılığına ve dişlerin ara yüzeylerinin yapısına göre birisi seçilebilir. Arayüz teması sıkılaştıkça ince dişipi veya arayüzeylerde pürüzlü yapılar, restorasyonlar varsa mumlu dişipi tercih edilebilir.
Günde iki kez yapılan fırçalama ve günde bir kez yapılan dişipi temizliği dişeti sağlığını korumada yeterlidir.
Yemeklerde özellikle kahvaltılarda alınan besinlerin önemli bir kısmı asidiktir. Dolayısıyla yemek sırasında asitli maddelerle karşılaşan dişlerin minelerinde zayıflama meydana gelir ve hemen sora dişler fırçalandığında minenin aşınması söz konusu olabilir. Bu nedenle, sabahları kahvaltıdan önce veya kahvaltıdan yarım saat sonra, akşamları ise yatmadan önce dişlerin fırçalanması daha uygun olacaktır. Dişipin de akşam fırçalamasından sonra yapılmalıdır. Zira, sabahları yeterli zaman olmayabilir.
Diş hekiminiz herhangi bir tedaviye başlamadan önce size genel sağlığınız ve varsa kullandığınız ilaçlarla ilgili sorular soracaktır. Zira bazı hastalık, ilaç ve durumların varlığında yapılan dişsel tedaviler genel sağlığınızı olumsuz etkilenmesine neden olabilir. Örneğin yapay kalp kapak proteziniz varsa belli tedavilerin uygun antibiyotik koruması altında yapılması gerekecektir. Veya kemik yoğunluğunu arttıcı bir ilaç olan bifosfonat kullanıyorsanız bazı tedavileri yapmak için ilacın kesilmesini ve bir süre beklemenizi önerilebilecektir. Bazı ilaçlar ise diş ve dişetlerini doğrudan etkileyebilir. Örneğin kardiyovasküler hastalıklarda kullanılan bazı ilaçlar dişetlerinde büyümelere neden olabilir. Bunlar gibi diş hekiminizin bilmesini gerektiren pek çok durum vardır. Bu nedenle genel sağlığınızla ilgili tüm bilgileri hekiminize anlatmalısınız.
Genellikle, bu tür bilgilendirmelerde sorun yaşanmaz. Ancak bazı bireyler kullanmakta oldukları bazı bitkisel olan veya olmayan destek ürünlerini, önemsemedikleri için, hekimlerine söylemeye gerek duymazlar. Ancak bu destek ürünlerin bazıları özellikle de kan sulandırıcı ilaçlarla birlikte kullanılıyırsa cerrahi işlemlerde kanama sorunlarına yol açabilirler.
Örneğin E vitamini 800 üniteden fazla alınırsa aspirin, kumadin, plaviks gibi kan sulandırıcı ilaçların etkisini arttırabilir. E vitamin için de benzer etki söz konusudur.
Kanamayla ilgili destek ürünleri şu şekilde sıralayabiliriz:
- Dong Quai (Çin Melekotu)
- E Vitamini
- Ginkgo (Geleneksel Çin tıbbında kullanılan bitkilerden biri)
- Ginseng (Adamotu)
- Kamomil (Sarı Papatya)
- Krizantem (Kasımpatı)
- Omega 3 (Balık yağı)
- Sarımsak
- Zencefil
Bu ve benzeri destek ürünlerinden düzenli kullanıyorsanız muhakkak hekiminize söyleyiniz.
Hangi hastalık olursa olsun, ister kanser ister basit bir infeksiyon erken tanı çok önemlidir. Dişeti hastalıklarında da bu böyledir. Erken tanı ve tedavi durumu tümüyle eski sağlıklı haline döndürebilir. Dişeti hastalıklarının tadavi edilip edilemiyeceği hastalığın ne kadar ilerlediğine bağlıdır.
Eğer diş fırçalama sırasında tükürdüğünüzde çok az da olsa kan görüyorsanız dişetleriniz iltihaplanmaya başlamış demektir. Toplumumuzda bazı kişiler diş fırçalarken kanamanın normal olduğunu sansa da böyle değildir. Diş ve dişetlerinizi aynada dikkatlice inceleyin. Eğer kanamalar yeni başlamış ve dişetleriniz çekilmemiş, diş kökleri açığa çıkmamış ve dişlerin arasında boşluklar oluşmamışsa büyük olasılıkla hastalık yeni başlamıştır ve tam olarak tedavi edilebilir aşamadadır. Hemen bir diş hekimi veya periodontoloji uzmanına başvurmalısınız. Hekiminiz diş temizliği ve ağız bakımı eğitimi ile tadavinizi gerçekleştirecektir.
Eğer dişleriniz normalden biraz daha uzun görünüyorsa, dişetleriniz çekilmişse ve/veya dişler arasında, belli belirsiz, boşluklar oluşmuşsa dişeti hastalığınız ilerlemeye başlamış demektir. Durum, yine diş temizliği ve ağız bakımı eğitimi ile tedavi edilebilir. Bu yeterli olmazsa, anestezi altnda daha derin diş yüzeyi temizlikleri yapılır. Bu çekilen dişetlerini eski yerine getirmese de iltihabı tümüyle ortadan kaldırarak dişeti sağlığınızı oluşturabilir.
Dişlerinizdeki uzamalar çok belirgin, dişetleri bariz bir şekilde çekilmiş, dişler arasında geniş boşluklar oluşmuşsa dişeti iltihabınız oldukça ilerlemiş demektir. Diş temizliği ve ağız bakımı eğitiminden sonra, dişeti ameliyatlarına ihtiyacınız olabilir. Zira hastalık artık oldukça ilerlemiştir ve artık bir periodontoloji (dişeti hastalıkları) uzmanına başvurmalısınız.
Eğer dişlerinizde belirgin yer değiştirmeler varsa ve sallanma hissediyorsanız maalesef biraz geç kalmışsınız demektir. Yine de derhal bir periodontoloji uzmanına başvurunuz. Dişlerinizi sağlıklı, fonksiyonel ve kozmetik olarak kabul edilebilir bir şekilde tutmak için mümkün olan tedavileri yapacaktır. Bunun mümkün olmadığı durumlarda ise diş çekimleri söz konusu olabilecektir.Dişeti tedavisi amacıyla yapılacak ameliyatlar korkunç işlemler değildir. Ağrısız, uzun sürmeyen ve sonrası da oldukça rahat geçen ameliyatlardır.
Başta da ifade ettiğim gibi, tanı ve tedavi ne kadar erken olursa tedavi ve o kadar kolay ve başarılı olur. Hekime başvuru geciktikçe tedavi zorlaşır ve başarı şansı azalır.
Şunu da unutmamak gerekir ki: Dişeti tedavileri bittikten sonra da ağız bakımı işlemlerini tam olarak yapmaya devam etmek ve periodontoloğunuzun önerdiği zaman dilimlerinde kontrollerinizi yaptırmalısınız. Aksi halde dişeti hastalığınız nüks edebilir.
Diş fırçaları ister elektrikli, ister manuel hangisi olursa olsun tüm diş yüzeylerini temizleyemezler. Dişlerin birbirine temas eden yüzeyleri (ara yüzey) fırça ile temizlenemez. Dişeti hastalıkları ve diş çürüklerinin önemli bir kısmı bu yüzeylerin tam olarak temizlenememesi sonucu oluşur.
- Dişlerin birbirlerine bakan yüzeylerinin (ara yüzey) temizliğinde sıklıkla tercih ettiğimiz bir araçtır.
- Dişipleri genellikle örgülü veya düz, mumlu veya mumsuz, ince veya kalın multiflaman naylon ipliklerdir. Ancak, monoflaman dişipleri de üretilmektedir. Tüm bu dişipleri aynı zamanda tutuculu da olabilirler. Bunların birbirlerine üstünlükleri yoktur. Klinik araştırmalar, dişipleri arasında diş yüzeylerini temizlemedeki etkinlikleri açısından bir fark olmadığını göstermiştir.
O halde dişiplerini nasıl seçmeliyiz? Dişleri birbirlerine olan temaslarının sıkılığı, ara yüzeylerinin özelliği (pürüzlü veya değil) ve bireyi el becerisine bağlı olarak bir seçim yapılır. Ara yüz diş temasları sıkı ise ince, yüzeylerde pürüzler varsa (bazı dolgu vb uygulamalar buna neden olabilir) mumlu, kişinin el becerisi zayıfsa tutuculu dişipi kullanılmalıdır.
30-40 cm kadar dişipi öncelikle her iki elin orta parmaklarına sarılarak sabitlenir. Arada 10 cm kadar dişipi bırakılır. Daha sonra aradaki bu bölüm baş ve işaret parmaklarıyla tutularak arada 2-3cm kadar uzunlukta dişipi bölümü boşlukta bırakılır. Bu bölüm temizleyici işlev görecektir.
Alt ve üst çenedeki dişlerin temizliği için farklı tutuş şekilleri söz konusudur.
Dişipiyle dişlerin arayüzey temas noktaları geçilirken dikkatlı olunmalı, sert geçip dişetine çarpmamalıdır. Dişlerarası bölgeye ulaşıldıktan sonra, dişle dişeti arasına dişetine baskı yapmayacak düzeyde girdikten sonra dişipi ilgili diş yüzeyine doğru bastırılır ve üst çenede aşağı, alt çenede yukarı doğru dişyüzeyini silecek şekilde hareket ettirilir. Bir kaç silme hareketi yeterlidir.
Diş macunları dişlerin temizlenmesi kullanılan yardımcı malzemelerdir.
Diş macunlarının içinde esas olarak şu maddeler bulunur:
- Aşındırıcılar (silikon oksit, aluminyum oksit, dikalsiyum fosfat, kalsiyum karbonat, granüler polivinil klorit gibi).
- Su.
- Nemlendiriciler (gliserin ve sorbitol gibi) kapağı açılınca macunun kurumasını engellerler.
- Sabun veya deterjanlar (sodyum lauril sülfat gibi) köpürtücü etkileriyle temizliği kolaylaştırırlar.
- Tatlandırıcılar (sakarin gibi).
- Katkı maddeleri: Diş macunlarının içine diş ve dişetleri üzerinde olumlu etkileri olduğu düşünülen bazı maddeler de eklenmektedir. Bunlar:
Çürük önleyici olarak floridler,
Bakteri plağını engelleyici olarak triklosan ve kalay florid ve klorheksidin,
Diştaşı önleyici ajan olarak pirofosfatlar,
Beyazlatma ajanı olarak polifosfatlar,
Hassasiyet giderici olarak stronsiyum ve potasyum tuzlarıdır.
- Renklendiriciler.
- Kıvam vericiler (silika ve sakız gibi).
- Koruyucu maddeler: Diş macunlarının %20-40’ını oluşturan aşındırıcılar çözünemez inorganik tuzlardır ve diş fırçasının aşındırıcı etkisini ortalama 40 kat arttırırlar.
Diş macunlarının içindeki florun diş çürüklerini engellemedeki olumlu etkileri günümüzde artık tartışılmamaktadır. Çürük oluşumunu azaltabilmesi için flor iyonlarının diş macunu içindeki miktarı 1.000-1.100 ppm (milyonda 1.000-1.100 kısım) olmalıdır.
Diş taşlarının oluşumunu kontrol altında tutmayı hedefleyen “antitartar diş macunları” pirofosfat içerirler ve diş yüzeyinde diş taşı oluşumunu engelledikleri gösterilmiştir. Bu macunlar, aynı zamanda, florun çürük önleyici etkisini engellemez ve diş hassasiyetine de neden olmazlar. Antitartar diş macunları yeni diştaşı oluşumunu %30 ve daha fazla azaltabilirler (%100 engelleyici olmadıklarını dikkate almak gerekir). Antitartar diş macunları dişeti altında (kök yüzeylerinde) taş oluşumunu engeleyemezler, dişeti iltihabı üzerinde de olumlu etkileri yoktur. Ayrıca, var olan, mevcut diş taşları üzerinde de etkili değillerdir. Bu macunlardan maksimum faydayı sağlamak için once bireyin tüm diş yüzeyleri diş taşlarından arındırılmalı ve takiben düzenli olarak kullanılmaya başlanmalıdır.
Sonuç olarak, dişmacunları diş fırçasının etkilerini arttırırlar ancak, kök yüzeylerinde (mine yüzeylerinde değil) minimal aşınmalara da neden olduklarını unutmamak gerekir. Ayrıca flor ve antimikrobiyal (klorheksidin gibi) içeren macunlar çürük ve dişeti iltihabını engellemede ilave katkı sağlarlar.
Diş macunları tüm bu özellikler gözönünde bulundurularak seçilmelidir ve çok az miktarlarda (bir mercimek hacmindeki macun fırça üzerine yayılarak) kullanılmalıdır.
Perry DA. Plaque control for the periodontal patient. In: Newman MG ve ark. Carranza’s Clinical Periodontology, 2006 728-748.
İmplantların uygulanmasını ve uygulandıktan sonraki başarı oranını etkileyen pek çok hastalık ve durum vardır. Bunlardan sık karşılaştıklarımız hakkında özet bir değerlendirme yapabiliriz.
Dişeti İltihabı: Dişetleri iltihaplı olan bireylerde implant yapıldığında, doğal dişler üzerindeki hastalık oluşturan bakteriler implantlar üzerinde de toplanabilir ve implantlar çevresinde iltihaba neden olabilir. Bu nedenle, öncelikle dişetleri tedavi edilmeli daha sonra implant uygulamasına geçilmelidir. Doğal olarak, sonrasında da elde edilen dişeti sağlığını korumak için gerekli tüm uygulamalar yapılmalıdır.
Şeker Hastalığı: Diyet ve oral ilaç kullanımıyla kontrol altındaki şeker hastalarında implant uygulamaları yapılabilir. Kontrol altında olmayan fakat ameliyat sırasında ve iyileşme dönemi boyunca kontrol altına alınabilen şeker hastalarına da implant yapılabilir.
Ancak, operasyon sırasında hipoglisemi meydana gelebileceği unutulmamalıdır. Diş hekimi operasyonu güvenli bir şekilde yapabilmek için gerekli önlemleri alacaktır.
Hipertansiyon: Hipertansiyon hastalığı implantların başarı oranını etkilemez. Ancak, hipertansiyonlu bireylerde implant ameliyatların yapılabilmesi için sistemik olarak bazı koşulların sağlanmış olması gerekir. Diş hekimi yapacağı incelemeler ve konsültasyonlar sonucunda, hastanın genel durumuna göre, operasyon yapıp yapmamaya karar verecektir.
Osteoporöz: Osteoporöz kemik hacmi ve yoğunluğunu önemli ölçüde etkilemesine rağmen implant uygulamaları için bir engel değildir. Uygulanacak implantın yüzey özellikleri, iyileşme süresi ve uygulama tekniği osteoporözün düzeyine göre belirlenebilir. Osteoporöz tedavisi amaçlı Bifosfonat kullanımı varsa, göz önünde bulundurulmalıdır.
Sigara Kullanımı: Sigaranın bir çok zararlı etkisi yanında kemik metabolizması üzerine de olumsuz etkisi vardır. Araştırmalar implant başarısının, sigara içen bireylerde içmeyenlere göre daha düşük olduğunu göstermiştir. İmplant başarı oranını arttırmak için sigara bırakılmalıdır. Bırakılamıyorsa en azından operasyon ve iyileşme döneminde ara verilmelidir.
Bruksizm: Diş sıkma ve/veya gıcırdatma alışkanlıkları olan bireylerde implantların başarı oranları düşmektedir. ancak, yapılacak gece plağı gibi apareylerle bu alışkanlıkların olumsuz etkileri giderilebilir.
Hamilelik: Hamilelikte implant ameliyatı YAPILMAMALIDIR. Zira, kullanılacak ilaçlar, rontgenler, oluşacak artmış stres bebeğe zarar verebilir.
İmmediat Uygulama: Diş çekimiyle aynı seansta.
Erken Uygulama: Çekimden 4-8 hafta sonra. Dişetinin iyileşmesi beklenir.
Geç Uygulama: Çekimden en az 6 ay sonra. Kemiğin tamamen iyileşmesi beklenir.
Amaç, tedavinin mümkün olduğunca erken bitirilmesidir. Hekim bölgenin yapısına göre uygun zamanlamaya karar verir.
Günümüzde, gerek implant cerrahisinde gerekse tüm diğer ağız cerrahisi dallarında zaman zaman kemik greftlerine ihtiyaç duyulmakta ve yaygın olarak da kullanılmaktadır. Kemik Grefti, bölgedeki kemik hasarını gidermek veya yeni kemik oluşturmak (özellikle implantları desteklemek için) amacıyla kullanılırlar. Buradaki soru “bunlar uygulandığında herhengi bir hastalığa neden olabilirler mi?” dir. Bunun için kemik greftlerini kısaca incelemeliyiz.
Günümüzde Kullanılan greft maddelerini 4 grupta taplayabiliriz:
- Hastanın kendi çene kemiklerinden elde edilebilirler (Otogreft olarak adlandırılırlar),
- Başka insanların kemiklerinden (kadavralardan) elde edilebilirler (Allogreft olarak adlandırılırlar),
- Çeşitli hayvan kemiklerinden elde edilebilirler (Heterogreft veya Ksenogreft olarak adlandırılırlar),
- Laboratuarlarda sentetilk olarak üretilebilirler (Alloplastik veya Sentetik greft maddeleri olarak adlandırılırlar).
- ve 4. Grup greftlerde sorun yoktur. Otogreft bireyin kendi dokusu olduğu için, alloplastik ise steril edilebildiği için hastalık transferi açısından herhangi bir risk oluşturmazlar.
Tartışma konusu olan greftler 3. grup greftler yani allogreftlerdir. Allogreftin elde edildiği kadavralarda varsa bulaşıcı bir hastalığın alıcı bireye taşınması olasılığı hem hastaları hem de hekimleri ürkütmektedir. Üretici firmalar hastalık transferi riskini her nekadar sıfırlamaya çalışsalar da insanların kafalarındaki kuşkular devam etmektedir. Bir allgreft elde etme prosedürünün tüm ayrıntılarını bilen bir kişinin bundan kuşku duyması pek olası değildir. Ancak, bu sefer de allogrefti üretirken uygulanması gereken prosedürün gereği gibi uygulanmamış olma olasılığı gündeme gelmektedir.
Günümüz ağız cerrahisinde en sık olarak kullanılan hayvan kaynaklı greftlere, 3. gruba gelirsek, bunlar sığır kemiklerinden elde edilirler. Doğal sığır kemiğinin organik bileşenleri tümüyle elimine edilir. Geri kalan inorganik bölüm, poröz hidroksiapatit partikülleridir ve yapısal olarak insan kansellöz kemiğine benzer. Bu nedenle kemik grefti olarak tercih edilir.
Sığır kaynaklı kemik grefti uygulamaları, sağlık konusunda önemli bir yer tutan, prionlarla (protein yapısındaki infeksiyon ajanları) bulaşan Deli Dana Hastalığını (DDH) (Bovine spongiform encephalopathy) ve bunun insanlardaki varyasyonu olan Creutzfeldt-Jakob Hastalığını gündeme getirmektedir.
Ancak, bu gereksiz bir tartışmadır. Zira, prionların kemik dokusu içinde bulunmamaları nedeniyle böyle bir risk söz konusu değildir. Aynı zamanda, üretim sırasında kemik tam olarak proteinlerinden ayrıştırılır ve doğaldır ki greft üretiminde tümüyle sağlıklı sığırlar kullanılmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü de kemik dokusunu prion hastalıkları açısından güvenilir ilan etmiştir.
Sonuç olarak, Sığır Kaynaklı Kemik Greftleri tüm dünyada yaygın olarak güvenli bir şekilde kullanılmaktadır.
Osteoporoz kemik kütlesinde azalma ve kemik yapısının zayıflaması sonucunda, kemik kırılganlığında ve kırık riskinde artış kendini gösteren bir kemik hastalığıdır.
Osteoporoz en sık karşılaşılan kemik metabolizma hastalığıdır. 50 yaşın üzerindeki 3 kadından birinde yine 50 yaşın üzerindeki 5 erkekten birinde osteoporoz görülmektedir. görülmektedir. Osteoporoz ciddi kemik kırıklarına neden olabildiği için tanı ve tedavisi önemli bir konudur.
Burada bizi ilgilendiren iki konu bulunmaktadır. Biri oseoporozlu çene kemiklerine implant uygulanmasıdır. Diğeri ise osteoporozun önlenme veya tedavisi amacıyla kulllanılan ilaçlardır (Bisfosfonatlar).
Öncelikle bisfosfonatlara değinirsek; Kemik dokusunu kapsayan kanserlerde ve osteoporöz, osteopeni gibi yine kemiği ilgilendiren durumlarda sıklıkla kullanılmaktadırlar. Bisfosfonatlar kemik metabolizmalarına etkilerinden dolayı kemik nekrozlarına neden olabilmektedirler.
Daha çok kanser tedavisinde kullanılan bisfofonatların kemik nekrozuna neden olduğu bilinir. Ancak, son yıllarda, osteoporöz tedavisinde kullanılan bisfosfonatların da kemikte nekrozlara neden olduğu bildirilmektedir.
Bu ilaçları kullanan hastaların durumu diş hekimlerine ayrıntılı olarak anlatmaları gerekir. Zira implant veya başka bir cerrahi işlem uygulamasını takiben kemik nekrozları gelişebilir. Bu kemik nekrozlarının tedavisi ise oldukça güçtür.
Bisfosfonat kullanan hastalarda dental inplant uygulaması yapılıp yapılmayacağına diş hekimi gerekli testleri ve konsültasyonları yaptıktan sonra karar verecektir.
Osteoporozlu çene kemiklerine implant uygulanıp uygulanamayacağı konusuna gelirsek; Çene kemiklerinde osteoporoza bağlı meydana gelen değişiklikler vücuttaki diğer kemiklerdekinden farklı değildir.
Osteoporöz kemik hacmi ve yoğunluğunu önemli ölçüde etkilemesine rağmen implant uygulamaları için kesin bir engel değildir. Uygulanacak implantın yüzey özellikleri, iyileşme süresi ve uygulama tekniği osteoporozun düzeyine göre belirlenebilir.
Klinik araştırmalar, 50 yaşın üzerindeki menopoz sonrası kadınlarda uygulanan implantlardaki başarı oranının diğer hastalarla aynı olduğunu göstermiştir.
Elektrikli diş fırçaları 1939’dan bu yana kullanılmaktadır. Zaman içinde önemli geliştirmeler yapılmıştır.
Elektrikli fırça mı, manuel fırça mı kullanmalıyım sorusu önemlidir.
Diş temizliği ve dişeti sağlığı üzerine etkileri konusunda yapılan karşılaştırmalı araştırmalarda her iki fırça arasında herhangi bir fark saptanmamıştır. Başka bir deyişle, diş temizliği ve dişeti sağlığı üzerindeki etkileri aynıdır.
Ancak, elektrikli fırçaların, bazı durumlarda, motive edici ve kolaylaştırıcı etkileri vardır;
- Çocuk ve gençlerde,
- Fiziksel ve mental sorunları olan çocuklarda,
- Bakıma muhtaç bireylerde kendileri veya bakıcıları tarafından kullanıldığında ve
- Ortodontik tedavi gören bireylerde ağız sağlığı üzerinde olumlu katkı sağladıkları gösterilmiştir.
Dişlerini elektrikli diş fırçasıyla daha iyi temizleyeceğini düşünen herkes elektrikli diş fırçası kullanmalıdır.
Bireyler, manuel fırçalarda olduğu gibi, doğru kullanım şekli konusunda da bilgilendirilmelidir.
YİYECEK VE İÇECEKLER
DİŞLERİNİZ İÇİN EN İYİ VE EN KÖTÜ SEÇENEKLER
EN İYİLER
Sebzeler: Sert ve liften zengin sebzeler tükrük akışını hızlandırarak bakterilerin uzaklaştırılmasına yardım eder. Atıştırmalık olarak nişastalı besinler yerine havuç gibi sert lifli sebzeleri tercih edilmeli.
Süt ve Süt Ürünleri: Peynir, süt ve yoğurttaki kalsiyum dişlerin güçlenmesine (remineralizasyonuna) yardımcı olur.
Şekersiz Sakızlar: Sakız çiğnemek tükrük akışını arttırı ve ağızdaki asitlerin etkisini azaltır (Ancak, uzun süreli sakız çiğnemenin dişler, çiğneme kasları ve çene eklemi üzerine olumsuz etkileri olabileceğini de unutmamak gerekir).
Su: Florlanmış su içmek dişlerin minesini güçlendirerek çürük oluşumunu önlenmesinde yardımcı olur (Florlanmamış olsa da su ağız ortamının asiditesinin azaltılmasını sağlayarak olumlu katkı sağlar).
Serinlemek için kolalı içecekler, meyve suyu veya sporcu içeceği yerine su içiniz.
EN KÖTÜLER
Buz: Florlanmış su ile yapılmış olsalar da buz çiğnemek dişlere zarar verir. Buzu bardağınızda suyunuzu soğutması için kullanın.
Yapışkan Besinler: Şekerlemeler ve hatta kurutulmuş meyveler dişler üzerinde uzun süre kalırlar ve dişleriniz uzun süre şekere maruz kalmış olur. Eğer kurutulmuş meyve yerseniz dişlerinizi fırçalayınız, fırçalayamıyorsanız su ile çalkalayınız.
Kolalı içecekler : Kolalı içecekler dişlerinize asit ve şekerle kaplarlar ki bu durumun dişlerin minesine zarar vermesi kaçınılmazdır. Diyet kolalar, şeker içermiyor olsalar bile, asidik oldukları için dişlere zarar verirler.
Alkol: Aşırı alkol tüketimi tükrük akışını azaltır. Ağız kuruluğu da çürük riskini arttırır. Aşırı alkol tüketimi aynı zamanda ağız kanseri riskini de arttırır.
Kaynak: https://www.medicaldaily.com/clean-eating-oral-health-best-and-worst-food-and-drinks-healthy-teeth-410038